Asgari Ücret Tespit Komisyonu, ara fiyat ayarlamasını belirlemek üzere ilk toplantısını yaptı. Bundan sonraki sürecin kendi içinde açmazları var. Bir tarafta geçinemeyen insanlar, diğer tarafta ayakta durma mücadelesi veren işverenler…
Her ikisinin de aslında muhatabı ekonomi yönetimi. Çünkü çalışanı gerçek olmayan bir enflasyon üzerinden ücretlendirilme zorunda bırakarak, yanlış politikalar uygulayarak, işvereni de ağır vergi ve prim yükleri ile çalışanıyla karşı karşıya getiriyor. Yani hep alan tarafta…
Asgari ücret ne olur, belli değil. Ama ne olursa olsun alanı da vereni de tatmin etmekten uzak bir rakamdan bahsedeceğiz. Bu tatmin de yüksek gelir ya da gider dengesi üzerine kurulu değil. Tamamıyla geçim odaklı bir sorundan söz ediyoruz.
Fakat bir an için tüm bunların dışına çıkıp, başka bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. Haberler şöyle yapılıyor: Asgari ücret olarak ne verilecek? Bayramda emekli ikramiyesi olarak ne verilecek? Memura, emekliye ne verilecek? Bu liste uzayıp gidiyor.
Verilmesini beklemek lütuf, almak istemek ise hak aramakla ilgilidir. Bunun arasındaki belirleyici unsur da vatandaşlık bilincidir. Şayet siz sürekli verilmesini isteyen taraftaysanız, gün gelir verilene razı olur konuma gelirsiniz. Çünkü işi subjektif kriterlere bırakırsınız.
Bu mesele o kadar abartılı hale geldi ki, bir kaç dönemdir belirlenen asgari ücrete yapılan fark ‘gönülden kopmak’ üzerine tanımlanıyor ve adeta bir ulufe dağıtma sistematiğine dönüyor. Oysa almanın matematiği vardır.
Yani ortaya maliyetlerinizi koyarsınız; bedelleri gözler önüne serersiniz, bunun üzerinden çalışansanız geçim, işverenseniz de iş yapabilme maliyetleri üzerinden hak aramanın peşine düşersiniz.
Bu arada sözlerim yanlış anlaşılmasın. Medya neden bunu böyle haberleştiriyor cinsinden bir sorgulama içinde değilim. Medyada çıkan yaklaşım doğru. Çünkü ülkemizdeki iklim tam da bunu yansıtıyor.
Bir işin hakkını belirlemekten çok, insanların ya da firmaların ayakta kalması ama asla rahatlamaması üzerine kurgulu bir sistematikte, insanları da ‘ne koparsam kardır’ anlayışına ittiğiniz zaman, ortaya farklı bir sonuç çıkmaz.
Lakin değişmeyen bir başka netice de bunun çözümsüzlüğü ve ne verilirse verilsin yetmenin, yetinmenin mümkün olmadığıdır.
Siz geçinemediğini söylemek yerine, açlık sınırı üzerinden pazarlık yapmayı kabul etmişseniz, siz ödeyemeyeceğiniz vergileri dile getirmek yerine, af ya da yapılandırma peşine düşmüşseniz, bu kısır döngüden çıkamaz ve sürekli gönül yapmak üzerine bir çemberin içinde kalırsınız.
Türkiye’de vatandaşlık bilinciyle ilgili bir sorun var. Yeni jenerasyon yok pahasına çalışmak istemediği için ‘iş beğenmezlikle’ suçlanırken, kısa süre öncesine kadar sorunlarını dile getiren iş insanları da ‘iş bilmezlikle’ itham edildi.
Demek ki neymiş? Kimin ne verdiğiyle değil, kimin ne hak ettiğiyle ilgili bir durumu konuşmamız gerekiyor. Bunun farkında değilseniz; sürekli beklersiniz ve alamazsınız. Konu bundan ibaret.
[email protected]